Gölge Seansı

Tek mekân, tek fırsat, tek hataya yer yok.

Üçlü, sinemanın kadife perdeleri arasına sıradan seyirci gibi karıştı. Bilet numaraları ardışık görünüyordu; bu küçük ayrıntı, kapıdaki görevlinin şüphesini dağıtmak için yeterliydi. En önde yürüyen kişi, aksanını bilerek yumuşatıyor; sanki başka bir şehrin telaffuzunu taklit ediyormuş gibi kelimeleri yuvarlıyordu. Diğer ikisi, ezberledikleri kısa cümleleri gerektiğinde mırıldanmak üzere dillerinin ucunda tutuyordu.

Koridor dar, duvarlardaki afişler ise tazeydi. Bir köşeyi döner dönmez loş ışıkta bekleyen iki üniformalı belirdi. Selamlaşmalar nazikti ama gözler mesafeliydi. İlk sıradaki, biletlerini biraz titrek bir gülümsemeyle uzattı; arkadaki ikili, koltuk numaralarını öğrenir öğrenmez kalabalığın arasına süzüldü. Koltukları, üniformalıların tam karşısındaydı; planı rahatsız edici derecede yalın kılan da buydu.

Seans başlamadan önce perde, saten gibi kıpırdadı. Makinist kabininden gelen mekanik uğultu salona yayıldı. En kritik anın işareti bu sesti. İlk hareket, kısa bir tereddütün ardından geldi: içlerinden biri, servis görevlisi kılığıyla arka sıraya yaklaşıp elindeki peçeteye sarılı küçük aracı kolunun altına gizledi. Diğeri, yan kapıdaki kilidi yoklayıp içeriden sürgüyü indirdi; kapı artık tek yönden açılacaktı.

Film, bir an için perdeyi aydınlatınca yüzler de aydınlandı. O aydınlık, hedefi kolaylaştırdı. İlk hamlede, sessiz bir çınlama ve yutkunma oldu; ikinci hamlede, kargaşa. Planın en riskli kısmı kısa sürdü: iki kısa talimat, bir uzun nefes ve her şey olması gerektiği gibi ilerledi. Seyirciler ne olup bittiğini anlamadan koridorlar kapandı; içeride yalnızca ağır çekimde akan bir şeridin ışığı ve birbirine yetişen adımlar kaldı.

Son hamlede, perde yine dalgalandı. Salonun en arkasındaki saat, gürültüye aldırmadan ilerledi. Üçlü, çıkışa yürürken birbirlerine bakmadı; sözsüz anlaşmalarını çoktan yapmışlardı. Dışarıdaki hava beklediklerinden serindi. İçeride kalmış uğultuysa, peşlerinden gelmeyecek kadar yorgundu.